''Ve bütün dünyanın dili
bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman Şinar diyarında bir
ova buldular ve orada oturdular. Ve birbirlerine dediler: Gelin kerpiç yapalım
ve onları iyice pişirelim. Onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine
ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım, diye gelin
kendimize bir nam yapalım. Ve âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri ve
kuleyi görmek için Rab indi ve Rab dedi: İşte bir kavimdirler ve onların
hepsinin bir dili var ve yapmağa başladıkları şey budur ve şimdi yapmaya niyet
ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin, inelim ve birbirinin
dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları
bütün yeryüzü üzerine dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı bunun adına Bâbil
denildi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün
yeryüzü üzerine oradan dağıttı.''
Eski Ahit
(Tevrat), Tekvin, Bap, 11/1–9
Tevrat’ta
yer alan ve Bâbil kıssası olarak bilinen anlatıda dillerin nasıl
farklılaştıklarına dair bilgiler vardır. Dini bir bakış açısıyla,bu öykü,insanın kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve
dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır sıklıkla. Buna göre Tufan'dan sonra yine kendilerini kaybeden
insanlar, gökyüzüne ulaşma tutkusuyla bir kule yapmaya karar verirler. Herkes
aynı dili konuştuğu için, el birliğiyle bu kuleyi inşaya girişirler. Tanrı da,
yine kendini kaybeden insanoğlunu cezalandırmak üzere dil kargaşası yaratır.
İnsanlar birbirini anlayamaz olur ve o devasa projeyi gerçekleştiremezler.
Zamanla çeşitli dil ve kültürler, farklı gelenekler oluşur. Bir yandan
'yabancıllık, öte yandan çevreye kapalı yaşam, kişileri ön yargıya, yanlış
anlamaya, çatışmaya sürükler.
İşte Babil efsanesinde,dünya üzerinde bir sürü dilin ve kültürün var olmasının sebebi bu şekilde açıklanır. Oysaki tüm farklı kültürlere ve dillere rağmen,bugün dünyanın ortak bir dili var: İngilizce. Nerede olursak olalım veya hangi iş alanında çalışırsak çalışalım,mutlaka bir yerde İngilizce karşımıza çıkıyor. İngilizcenin neden bu kadar 'olmazsa olmaz' bir hale geldiğini araştırmaya kalkarsak,upuzun bir tarih çıkıyor karşımıza. Bilginin,teknolojinin,kapitalizmin ve süper güçlerin cirit attığı upuzun bir tarih..
Adeta Babil efsanesine kafa tutarcasına,yapay bir ortak dil yaratmak tabiiki şimdiye kadar birçok dilbilimcinin hayalllerini süsleyen bir meseleydi. Polonyalı göz doktoru Ludwik Lejzer Zamenhof, 1887 yılında insanların kolaylıkla öğrenebileceği ortak bir dil yarattı: 'Esperanto'. (Esperanto kelimesinin kökeni Fransızca'da umut etmek anlamına gelen 'esperer' kelimesine dayanmaktadır).Romen ve Slav dillerini hem kelime hem de anlambilimsel olarak birleştirip ve dilbilgisi kurallarını basitleştirip oluşturduğu bu dil her ne kadar en başta oldukça ilgi görmüş olsa da,Zamenhof hayaline tam olarak ulaşamadı. Rusya başta olmak üzere,Arjantin,Kanada ve Tunus gibi birçok ülke Esperanto'yu kabul ettiler fakat Adolf Hitler bu duruma karşı çıkarak bu dilin bir yahudi dili olması gerekçesiyle (Zamenhof yahudiydi) Esperanto'yu yasaklattı. Esperanto,bugün hiçbir ülke tarafından resmi dil olarak kabul edilmemiştir. Fakat kimi topluluklar tarafından hala daha kullanılmaktadır.
Formula Lingua
www.formulalingua.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder